Kötü beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz yaşam tarzı, başta obezite ve diyabet olmak üzere birçok hastalığa yol açıyor.
Dahiliye Uzmanı Doktor Hafsa Koçyiğit, diyabetin (şeker hastalığı) tedavisi zor, maliyeti yüksek, hastanın yaşam kalitesini ciddi etkileyen ve sıklığı giderek artan bir hastalık olduğunu belirtti.
Kayseri Devlet Hastanesinde görev yapan Koçyiğit, diyabetin, kanda bulunan insülin hormonunun eksikliği ya da bozukluğu sonucu ortaya çıkan kan şekeri yüksekliği ile seyreden kronik bir hastalık olduğunu belirtti.
Diyabet ve insülin hakkında bilgiler veren Koçyiğit, şöyle konuştu:
İnsülin pankreastan salgılanan kandaki glikozun hücreler tarafından kullanılmasını sağlayan bir hormondur. Yediğimiz gıdalar bağırsaklarımızda glikoza kadar parçalandıktan sonra emilir ve kandaki glikoz oranı yükselmeye başlar. Bu glikozun hücrenin içerisinde kullanılabilmesi için insüline ihtiyaç vardır ve insülin sayesinde hücre içerisinde geçerek enerji ve diğer metabolik yollarda kullanılır. İnsülin eksikliğinde ya da kullanımında reseptör düzeyde bir bozukluk olduğu zaman kanda şeker oranı yüksek olmasına rağmen hücreler tarafından kullanılamaz ve diyabet dediğimiz durum ortaya çıkar.
“Diyabet temel olarak 4 sınıfa ayrılır”
Diyabetin kabaca 4 sınıfa ayrıldığını belirten Koçyiğit, “Tip 1 Diyabet, Tip 2 Diyabet, Gebeliğe Bağlı Diyabet, bir de daha az sıklıkla gördüğümüz sebeplere bağlı diyabet olarak dörde ayrılır. Tip 1 Diyabet, mutlak insülin eksikliği ile ortaya çıkan bir durumdur. Genellikle çocukluk çağı, adolesan çağında gördüğümüz insülinin kanda eksik olmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Tip 1 diyabetli hastalar maalesef gürültülü bir tablo ile karşımıza çıkıyorlar. Acil servislerde ketoasidoz dediğimiz idrarda keton çıkması, kanda keton cisimciklerinin yüksek olması, asidozun olması ve beraberinde yüksek şeker düzeyinin olması, kandaki elektroniklerin bozukluğu ile seyreden hatta yoğun bakım gerektirebilen durumlara sebep olan bir tablo ile karşımıza çıkıyorlar.” dedi.
“Tip 2 Diyabet türü artık erken yaşlarda da görülebiliyor”
Tip 2 Diyabetin daha çok insülinin kullanımı ile ilgili bozukluk sonucu ortaya çıktığını ifade eden Koçyiğit, “Erken dönemlerinde insülin kullanımında reseptör düzeyine bozukluk ve ilerleyen dönemde de yine insüline eksikliği ile seyreden bir durumdur. Tip 2 Diyabette daha çok ileri yaşlarda, daha doğrusu otuzlu yaşlardan sonra görüyoruz ancak son 10-15 yılda artan obezite ve beslenme bozukluğu nedeniyle de Tip 2 Diyabeti erken çağlarda görmeye başladık. Tip 2 Diyabette, kandaki insülin seviyesindeki yüksekliğe rağmen hücre insülinle beraber glikozu kullanamadığı için insülin direnci dediğimiz tablo ortaya çıkmış oluyor. İnsülin direnci nedir? İnsülin hormonunun hücrenin üzerine yapıştığı bir reseptör noktası var. Bu reseptör noktasındaki bozukluğu, kapıyı açamayan anahtar-kapı uyumsuzluğu gibi düşünebiliriz. Kanda insülin var ancak hücre bunu kullanamıyor ve hiperglisemi dediğiniz tablo ortaya çıkıyor.” dedi.
“Açlık kan şekerinin 126’nın üzerinde olması durumunda diyabet tanısı konulur”
Tip 2 diyabetli hastalarda tanının nasıl konulduğunu ve hastaların nasıl başvurduğunu anlatan Koçyiğit şöyle konuştu:
Öncelikle yüksek şekere bağlı şikayetler yani çok su içme, çok idrara çıkma, ağız kuruluğu, özellikle gece idrara çıkma, kilo artışı ya da kilo kaybetmek gibi şikayetlerle hasta başvurduğu zaman biz hastadan rutin kan tetkikleri gönderdiğimizde kan şekeri düzeyine göre tanısını koyuyoruz. Tanısını koyarken açlık kan şekerine bakabiliriz. Açlıktan kastımız da en az 8 saatlik bir açlık olması gerekiyor. Açlık kan şekerinin 126’nın üzerinde olması bizim için diyabet tanısını koydurur. Herhangi bir zamanda ölçülen kan şekerinin 200’ün üzerinde olması ve beraberinde şekerle ilgili biraz önce bahsettiğimiz şikayetler olmasa bile yine diyabet tanısı koydurur. Bunun dışında 3 aylık şeker ortalaması olarak bilinen ve hemoglobin A1C düzeyinin 6,5 üzerinde olması diyabet tanısını koydurur. Ve son olarak da glikoz tolerans testi dediğimiz ağız yoluyla şeker verilerek sıfırıncı ve ikinci saatlerde ölçülen kan şekeri düzeyine göre hastaya diyabet tanısı koyuyoruz.
“Diyabet tanısı konulan hastanın tedavisinin bireyselleştirilmesi en önemli noktadır”
Diyabet tanısı konulduktan sonra en önemli şeyin hastanın tedavisinin bireyselleştirilmesi olduğunu söyleyen Koçyiğit, “Her hastanın beslenmesi, yaşam tarzı, fizik aktivite düzeyi hepsi birbirinden farklıdır. Hastaların ilaca, tedaviye uyumu birbirinden farklıdır. Bunu düzenlemek için de hasta, hekim ve diyetisyen gerekirse spor konusunda yardımcı olan bir eğitmen dörtlüsünün belirlediği bir şema ile hastanın tedavisini düzenlenmesi gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“Hastaya önerimiz öncelikli olarak yaşam tarzını değiştirmesi”
Hastalara öncelikli olarak yaşam tarzlarını değiştirmelerini öneren Koçyiğit, “Yaşam tarzı değişikliği nedir? Bir kere daha aktif bir hayatımızın olması gerekiyor. Haftada en az 150 dakika olacak şekilde bir egzersiz programı düzenlenmesini ve yürüyüşü özellikle tavsiye ediyoruz. Yürüyüşten kastettiğimiz de ne çok yavaş bir yürüyüş ne hızlı koşarak bir aktivite. İstediğimiz şey hafif tempolu bir yürüyüş. Bunun dışında beslenmenin düzenlenmesi, yüksek kalorili gıdalardan uzak durulması, diyet programına uyulması, mümkünse kilo verilmesi, bunlar hastaya ön olarak tavsiyelerimiz. Bunun dışında hastanın ihtiyacına göre ağız yoluyla kullanılan şeker ilaçları ve gerekli durumlarda insülin eklenerek hastanın tedavisini düzenliyoruz. Ve hastalarımızı 3 ayda bir de kontrole bekliyoruz. Çünkü 3 ayda bir baktığımız kan şekeri düzeyi bize hem açlık hem tokluk konusunda bilgi veriyor. Aynı zamanda da hastada diyabete bağlı komplikasyonlar, gözün etkilenmesi, böbrek fonksiyonlarının etkilenmesi, kalp fonksiyonlarının etkilenmesi gibi durumların tespit edilebilmesi için hastanın rutin bir tarama programından geçmesi gerekiyor.” diye belirtti.
“Yakın akrabasında şeker hastalığı olan kişiler yılda bir açlık kan şekerine baktırmalı”
Şeker takibi ve taramasını kırk yaş üstündeki tüm bireylere en az 3 yılda bir açlık kan şekerlerine baktırmalarını öneren Koçyiğit, “Bunun dışında eğer kişinin daha önceden yüksek kiloda bir çocuk doğurma öyküsü varsa, dört buçuk kilo üzerinde bebek doğurma öyküsü varsa, ailesinde yakın bireylerde bir ikinci derece akrabalarında şeker hastalığı varsa, aşırı kilolu ya da obez dediğimiz vücut kitle endeksi 25’in üzerinde olan hasta varsa bu kişilere de yılda bir defa açlık kan şekerine baktırmasını ve bu şekilde diyabet taraması yaptırmasını öneriyoruz.” dedi.