DOLAR
34,3460
EURO
37,4073
ALTIN
3.010,92
BIST
8.663,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Diyarbakır
Açık
18°C
Diyarbakır
18°C
Açık
Salı Açık
18°C
Çarşamba Açık
19°C
Perşembe Açık
20°C
Cuma Açık
19°C
Advert

​​​​​​​Elma kokusuyla gelen ölümün adı: Halepçe Katliamı

​​​​​​​Elma kokusuyla gelen ölümün adı: Halepçe Katliamı
16.03.2023 11:09
421
A+
A-

Batı’nın taşeronluğunu yapanların eliyle tarihe kara bir leke olarak geçen Halepçe Katliamı, aradan geçen 35 yıla rağmen hafızalardaki tazeliğini koruyor.

16 Mart 1988 yılında Batı’nın taşeronluğunu yapanların eliyle tarihe kara bir leke olarak geçen Halepçe Katliamı’nda binlerce mazlum ve Mustazaf Müslüman Kürd halkı, Saddam Hüseyin’in emriyle kimyasal silahların hedefi oldu.

Çocuklar, “Daye behna sêvê tê (Anne elma kokusu geliyor.)” demelerinin ardından tek tek serçe gibi düşmüşlerdi yere…

Bu katliam, Hiroşima ve Nagazaki’den sonra yapılan en vahşi katliam olarak tarihe geçti. Bütün dünyanın sessiz kaldığı katliamın üzerinden tam 35 yıl geçmesine rağmen o günkü vahşet ve katliam hafızalardaki yerini halen koruyor.


Peki, Halepçe’ye nasıl gelindi…

Osmanlının son demleri… İslam topraklarına sofra niyetine çullanan kurtlar sürüsünü andıran emperyalistler, kendileriyle anlaşmaya yanaşmayan, inancına ve değerlerine bağlı Kürd halkını cezalandırırcasına yeni belirledikleri haritada dört parça haline getirdiler. Sykes-Picot Anlaşması ile başlayıp Lozan ile sonuçlanan bu girişim aynı zamanda her parçada bir Kürd sorununa da kapı aralıyordu. Kürdler, Suriye’de ve Irak’ta Sosyalist-Baasçıların, Türkiye’de Laik-Kemalistlerin, İran’da ise Şah Rejiminin zulümlerine maruz kaldı. Bu dört parçada tüm insani haklarından mahrum bırakılarak yaşayan Müslüman Kürdler, tarih boyu büyük acılar yaşadı.

Yıl 1979… Irak’ta Fransız Ulusal Sosyalist Mişel Eflak’ın talebesi ve aynı zamanda fikri evladı Saddam Hüseyin El- Tikriti yönetimi ele aldı. Irak’ta bulunan Kürdler, Saddam döneminde de başta asimile politikaları olmak üzere birçok sorunla karşı karşıya kalıyordu. Tam da o dönemde Irak’ın hemen yanı başındaki İran’da gerçekleşen İslam İnkılabı, Batı’nın bölgedeki başka bir kuklası olan Şah Rıza Pehlevi’nin varlığına son verdi. Kuklalarını kaybetme tehlikesi yaşayan Batı, devreye Saddam’ı koyarak İslam İnkılabını boğmak amacıyla İran’a savaş açtırdı. İran ve Irak arasında yaşanan bu savaş 8 yıl sürdü. Yıllardır Saddam’ın baskıları altında yaşayan Kürdler, bu savaşta İran’dan yana tavır belirledi.

Saddam, Kimyasal Ali lakaplı Ali Hasan El Mecit’i Kürd Bölgesi’nden sorumlu komutan olarak atadı. Kimyasal Ali, Kürd Bölgesi’nde giriştiği Enfal Operasyonu kapsamında acımasız bir şekilde Halepçe şehrine ve köylerine kimyasal bomba yağdırdı. Bu kimyasal bombalar 5 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine, 7 binden fazla insanın da yaralanmasına neden oldu. Binlerce insan yerini yurdunu terk ederek göç etmek zorunda kaldı.

Elma kokusuyla gelen ölümün adı: Halepçe

Ölüm; çaresiz, eli kolu bağlı Halepçe halkının üzerine kara bir bulut gibi çöktü. Halepçe, üst üste yığılmış cesetler, çürümüş insan bedenleri ve ağzı açık olarak hayatını kaybetmiş çocuklar ile bir ölüm tarlasına dönüştü. Halk şaşkındı, ne yapacağını bilemiyordu. Kimisi ailesi ile birlikte evde kimisi sokakta geziniyor, rutin yaşamlarını idame etmeye çalışıyorlardı. Ama zehir tüm vücutlarına aniden yayılmıştı.

Ölümün, onları ansızın yakalayacağından habersizlerdi. Kullanılan kimyasal silah; deriye, gözlere, boğaza ve akciğere büyük zarar veren Hardal ve Sarin gazından oluşmaktaydı. Elma kokulu kimyasal gazı teneffüs edenler, ciğerlerine dolan bu zehre teslim oluyordu.

Uzmanlar Hardal gazının etkilerini şöyle dile getiriyor: “Nagazaki ve Hiroşima’da iyonlaşan atomların tersine Hardal gazı gelecekteki nesil için de inanılmaz zararlar taşıyor. 10 yıl sonra bile insanlar çeşitli acılar çekiyor. Özellikle uzun vadede DNA üzerinde yaptığı zararları var.”

İnsan bedenini eriten, sinir sisteminin çökmesine ve bel kemiğinin kırılmasına sebep olan gazdan dolayı insanların yavaş yavaş acı çekerek ölmesine tüm dünya tanık oldu. Halepçe, insanlık tarihinin en acılı günlerinden birini yaşadı. Halepçe katliamında, önce insanlar öldü sonra da insanlık öldü.

17 Mart’a kadar aralıklarla süren saldırılarda ölenlerin sayısı hâlâ bile net değil. Birçok kuruluşun kabul ettiği ortak sonuç; çoğu kadın ve çocuk en az 5 bin kişinin öldüğü, 14 bin 765 kişinin de yaralandığı yönünde. Ancak savaştan sonra kasabaya giden yabancı gözlemciler, sayının çok daha fazla olduğu görüşünde.

Hedef neden Halepçe’ydi?

Kürdlerin dindar bir halk olmasına tahammül etmeyen Batılı güçlerin, özellikle İslami hareketin güçlü olduğu Halepçe’de kimyasal silahları kullandırtması elbette göz ardı edilmemelidir. Halepçe aynı zamanda oradaki İslami örgütlenmenin merkezi konumundaydı. O aşamada üçüncü güç konumunda olan İslami hareketin başında Ebu Halepçe lakaplı Şeyh Osman vardı. Kürdistan İslami Hareketi, hatırı sayılır silahlı bir güce sahipti. Ve her geçen gün daha da büyüyordu. Bu hem Saddam’ın hem de Batılıların dikkatini fazlasıyla çekiyordu.

Ulusal solun kullandığı İslami kavramlar sadece birer tuzaktır

Saddam rejimi, iktidarı boyunca Şiiler ve Kürdler başta olmak üzere farklı kesimlere ve güçlere yönelik yürüttüğü tüm saldırılara İslami bir kılıf bulmuştur. İran’a karşı yürüttüğü savaşa ‘Kadısiye’ adını veren, Kürdlere karşı yürüttüğü katliama da ‘Enfal’ adını veren Baas rejimi, gerçekleştirdiği tüm operasyon ve infazlar için özel fetvalar çıkarttırdı.

İslami kavramlar, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından çoğu zaman birer tuzak olarak kullanıldı. Saddam’ın yaptığı katliama Enfal ismini vermesi, Nusayri Hafız Esad’ın cuma namazı kılması, dinsiz Abdullah Cevdet’in çıkardığı dergiye “Şuray-ı Ümmet” adını vermesi ve günümüzde Marksist-Komünist düşünceli PKK’nin oluşumlarına ‘Demokratik İslam Kongresi’ ismini vermesi ya da cuma namazı eylemleri!…

İslam dünyasında yaşanan tüm katliamlarda hep çeşitli aktörler öne çıktı. Halepçe’de de bize hep Saddam anlatıldı. Oysa Saddam, İslam toplumlarının başına musallat edilmiş bir kukladan başka bir şey değildi. Saddam ve onun gibileri, biyolojik olarak bizden görünseler de aslında onlar fikriyat olarak Batı’ya bağlıydılar. Saddam ve Hafız Esad, fikirsel olarak ideoloji olarak Fransa’ya dayanan Mişel Eflak’ın ulusalcı sosyalizm ideolojisinin mensubu idiler. Bosna’da katliam yapan Sırp lider Miloseviç, Bangladeş’te Müslümanlara kan kusturan Hasina, Boşnakları katleden Miloseviç’in yanında olduğunu ilan eden Kaddafi, 1950’li yıllarda yine Fransız sosyalizminin etkisi altında tüm muhalifleri katleden Laik-Kemalist zihniyet ve son dönemde Kürd halkına kan kusturan PKK de aynı akımdandır.

Birçok ülke katliama ortak oldu

Birçok dünya ülkesi, yapılan bazı algılarla Saddam’ın yaptığı katliama destek verdiler. Halepçe Katliamı’ndan yaklaşık bir ay sonra Türkiye’deki bazı gazetelerde “Katliama alet olduk” haberleri yer aldı. Halepçe’ye atılan gazların başta İsviçre, Belçika ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde üretildiği ve deniz yoluyla Türkiye’ye, Mersin Limanı’na indirildiği, sonrasında da Irak’a gönderildiği yazıldı.

Asıl fail emperyalistlerdir, Saddam ise sadece bir kukla

ABD’nin Başkanı Trump’un seçim çalışmaları döneminde Saddam ile ilgili söylediği sözler, Halepçe Katliamı’nın arkasında kimlerin olduğunu bir daha gösteriyordu. Trump, “Saddam iyi bir insan değildi! Kimin umurunda. Teröristleri öldürme konusunda çok iyiydi, o gitti, Irak terörizmin Harvard’ı oldu.” diyerek Saddam’ı övüyordu.

O gün yaşananların canlı tanığı Gazeteci Ramazan Öztürk ise şunları söylüyordu: “Batı biliyordu orada ne olup bittiğini. Ama işine gelmiyordu, çünkü destekliyordu. Dünya Halepçe’de gerekli tepkiyi gösterseydi Saddam Kuveyt’e girmeyecekti. Sırplar Bosna’da ve Kosova’da yaptıkları katliamlara cesaret edemeyecekti.”

Tarih sayfaları zalimlerin hazin sonuyla dolu

Tarihin hiçbir döneminde Zulümle abad olunmadı. Bir zamanlar Saddam’a her türlü desteği veren AB(D), daha sonra onu kullanım tarihi geçmiş malzeme muamelesine tabi tuttu. Kendisine efendileri tarafından verilen kimyasal silahlar, onun ülkesinin işgaline ve sonunun gelmesine neden oldu. ABD’nin Irak işgaliyle devrilen Saddam Hüseyin, Halepçe davasından hüküm giymeden, Duceyl kasabası davasından çıkan kararla 30 Aralık 2006 tarihinde asılarak idam edildi. ‘Kimyasal Ali’ lakaplı Mecit ise Halepçe ve diğer bölgelerde insanlığa karşı suç işlemek ve soykırım suçlarından idama mahkûm edilerek, 25 Ocak 2010 tarihinde infazı gerçekleştirildi.

Saddam Hüseyin ve diğer tüm zalimler, tarihin karanlık sayfalarında ibretlik yerlerini alırlarken, onların akıbetinden ders almayan niceleri de emperyalistlerin boyunduruğu altına girmeye devam ediyor.

Halepçe üzerinde ağıtlar yakıp öte taraftan bu katliamların baş müsebbibi olan Batılı emperyalistlerle kol kola gezenlerin durumu da içler acısıdır. Saddam ile bir zamanlar işini yürüten AB(D)’nin onu alaşağı ettiği gibi bir gün kendilerine de aynı şeyi yapacağını düşünemeyip onları dost sananlar, günübirlik kazanımlarla avunuyor.

Piyonlarına kimyasal silahlar kullandırarak binlerce mazlumun kanına girenlere maalesef bugüne kadar hesap sorulmadı. Bundan cesaret alan emperyalist ülkeler, İslam coğrafyası üzerindeki kirli emellerinden vazgeçmedikleri gibi piyasaya sürdükleri yeni piyonları ile Müslümanları birbirine kırdırarak İslam beldelerine yeni Halepçeler yaşattılar.

ETİKETLER: , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.