Sen ve ashabın dünyamız dasınız . Gelir gelmez bir gariplik hissediyorsunuz. Sokaklarda adım adım gezerken , kendini Gazze’nin yıkık sokaklarında buluyorsun. Nice hayallerin, nice umutların içinde olduğu evlerin ne çatısı nede penceresi var. Elinde ailesinde tek kalan bir fotoğrafla uzun uzun dalan gözü yaşlı çocuklar göreceksin. Keyfin kaçacak bu manzaralar karşısında. Ağır ağır adımlarla Suriye’de olacaksın. Burada gök yüzünün kara olduğunu göreceksin. Ocak başında boş tencereleri karıştıran dul kadınlara rastlayacaksın. Ashabın arasında rahatsız olan Bilal çıkıp ”Ya Resulullah ,bu Muhammedi ezanlar neden böyle donuk?” diye şikayete bulunacak. Kaç bin alimin idamına karar verildiği Mısırdan geçerken Hz Ali ”Ya Resulullah , hani alimler Peygamberlerin varisleriydi?” diye sitemde bulunacak.
Kalbi kırık dünyaya bakarken ümmetin mazlumlarından seni gören biri sana doğru koşacak ve sana ”hoş geldin ya Resulullah. ”Sen ona , Allah aşkına söyleyin nedir bu hal? deyince yıllardır içinde büyüttüğü sessiz çığlığı bir anda anlam bulacak, belki de boğazı düğümlenecek ve birer birer anlatmaya başlayacak. ” Sen gittin gideli her şey çok değişti ya Resulullah, denizlerimiz kandan, akan sularımız göz yaşından oldu. Yıllarca gökyüzünün mavi rengine hasret kaldık. Yetimler hep kabuslarla kalktılar. Rabbim Allah diyenleri zindanlara hapsettiler. Hakkı Hak bilenleri sürgün ettiler yurtlarından. Nice kuran aşıklarını camide şehit ettiler. Şimdi gök yüzü bize kızgın, sadece sert yağmurlarını indirir. Yerde intikamını alır gibi sarstıkça sarsıyor. Evet ya Resulullah, sen gittin gideli çok şey değişti, hem de çok.
Bunları düşünürken içimi tarifsiz bir sıcaklık aldı. Ne kadar kör kuyularda olduğumuzu hissettim. Her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğunu anladım yaralı yüreğimizin derinliklerinden. Yıllarca Muhammedi orduların kıyamının hayalleri ile yaşadık. Şimdi ümmetçe Adviye meydanında, Mescidi Aksanın avlusunda ve Yusuf’i medreselerde bir daha hazırız ve seni bekliyoruz